Milli Mücadele ve Cumhuriyet Döneminde
Hrıstiyan Türkler;
Osmanlı
imparatorluğunun Karaman eyaleti sınırları içinde yaşayan, Türkçeden başka dil
bilmeyen gelenek ve görenekleri de yaşadıkları bölgelerde Türklerle benzerlik
gösteren Hıristiyan Ortodoks topluluğa halk arasında “Karamanlı” olarak
adlandırılıyordu. Bunlar Türkçe konuşup Yunan harfleriyle Türkçe yazıyorlardı.
İstanbulluların
“Karamanlı Rum” diye öbürlerinden ayırt ettikleri bu Hıristiyan topluluk, Yunan
dilini hiç bilmediği gibi, katıksız, üstelik Müslüman Türklerden daha temiz bir
Türkçe konuşmakta, kendilerine özgü kiliselerinde Türkçe dille ibadet
etmekteydiler.
***
Yonca Anzerlioğlu “Karamanlı Ortodoks Türkler” kitabında;
“Karamanlılar aslında 11. yüzyılda Bizans ordusunda paralı asker olarak çalışan
bazı Türk boylarının torunlarıdır. Bu Türk boyları dillerini kaybetmediler
ancak zamanla Hristiyanlaştılar” tespiti yapıyor.
Karamanlıları Osmanlı imparatorluğu içindeki tüm
toplumlardan ayrı özellikleri vardır. Hıristiyan olmaları ile Müslümanlardan,
Ortodokslukları ile Katolik ve Protestanlardan, Anadolulu olmaları ve Yunanca
bilmemeleri ile de Yunanilılardan ayrılırlar.
Yazar, Karamanlıların etnik kökeni meselesine değinirken,
bu konudaki birçok farklı düşünceyi tenkit ettikten sonra Karamanlıların 11.
yüzyılda Bizans ordusunda paralı asker olarak çalışan ve zamanla
Hıristiyanlaşan Türklerin soyundan geldiğini ifade eder.
Yazar, 2000 yılında bizzat Yunanistan’a giderek oradaki yaşlı
Karamanlılarla mülakatlar yapmıştır. Ses kayıtları da alınmış olan bu
mülakatlarda, Karamanlıların Anadolu’daki yaşayışları, düğünleri, bayramları,
Müslüman-Türkler ile olan ilişkileri, şu anda kendilerini nasıl gördükleri gibi
konularda konuşulmuştur. Karamanlıların çoğunun kendilerini özbeöz Türk olarak
gördükleri anlaşılmaktadır. Köylerinin Müslüman-Türk köylerinden ayrı olmasına
rağmen ninnileri, türküleri ve tekerlemeleri Müslüman-Türkler ile tamamen
aynıdır. Kitapta bunlardan örnekler zikredilmiştir.
Kitabın son bölümünde Karamanlıların 1. Dünya Savaşı’ından
sonraki durumları üzerinde durulmuştur. Karamanlıların Milli Mücadele döneminde
Müslüman-Türklere karşı hiçbir düşmanlık beslemediği, kendilerini Ortodoks
Yunanlılardan ziyade Müslüman- Türklere yakın hissettikleri ve öyle davrandıkları
anlatılmıştır.
Bu bölümdeki bilgilere göre; Karamanlılar Lozan görüşmeleri
sırasında ayrı bir grup olarak değerlendirilmemişlerdir. Bununla beraber İsmet
İnönü’nün o dönemde Karamanlıların mübadeleden hariç kalacakları yönünde
beyanatlar verdiği bilinmektedir.
***
Karamanlıların Anadolu’ya gelen
ilk Türk boylarının soyundan olduğunu ileri süren Türk tezine göre
Karamanlılar, o dönemlerde güçlü olan Bizans ve Hıristiyanlığın etkisiyle
Hıristiyan olmuşlar fakat ana dilleri Türkçeyi unutmamışlardır. Şerriye
sicilleri ve tahrir defterlerinde görülen öz Türkçe özel adalar da bunu onaylar
niteliktedir.
Karamanlıların
Helen ırkından olmadıkları, Türk oldukları görüşünü savunan bir belgeler
topluluğu da “Anadolu’da Ortodoksluk Sadası” adlı gazetedir. 1921 yılında
çıkarılan gazete I. Papa Eftim tarafından yayınlanmıştı.
Papa
Eftim Türk Ortodoks kilisesinin kurucusudur. Kurtuluş savaşında Ankara
Hükümetini desteklemiştir.
Papa
Eftim, Fener Rum Patrikhanesinin Anadolu’da bir Pontus devleti kurulması
yolundaki çaba ve kışkırtmalarına karşı çıkarak Fener Patrikhanesini
tanımadığını ilan etti. Anadolu’da bulunan yetmiş iki Ortodoks ruhban
temsilcisini Kayseri de bir araya getirerek Fener Rum Patrikhanesi yerine, bir
Türk Ortodoks patrikhanesi kurdu (30 Kasım 1921). “Anadolu’da Ortodoksluk
sadası” adlı bu dergide Anadolu’da yaşayan Hıristiyan Ortodoks halkın Yunan
kökenli olmadıklarını savunmuştur.
Milli
mücadelede, Ermeni ve Rum Ortodokslarının, Türklere karşı ihanet içinde
bulunmalarına karşılık “ Türk Ortodoksları” bu ihanetin dışında kalmışlardır.
İstanbul’daki
Patrikhanenin milli mücadele sırasındaki ihanetleri karşısında Papa Eftim, Keskin
kazasının Metropolit vekili olarak kendisine bağlı olan cemaati toplayarak Fener
Rum Patrikhanesi’nin bu ihanetini protesto etmiş ve milli mücadeleye katılma
kararı almıştır.
Anadolu’daki
Türk Ortodokslarının milli mücadele içindeki faaliyetleri, itilaf
devletlerinin, “Hıristiyan azınlıklarının haklarını koruma” adı altında
yürüttükleri yıkıcı faaliyetlerinin ve planlarının bozulmasında oldukça etkili
olmuştur.
Lozan
Konferansındaki görüşmelerde, Fener Rum patrikhanesi meselesi kısaca
Ortodoksluk meselesi olarak anlaşılmış inceliklerine girilememiştir.
Lozan’da
Türk Ortodoksları hakkında ayrıca görüş bildirilmemesi onların Rumlarla bir
tutulduğu kanaatini uyandırdığı için Papa Eftim başta olmak üzere Anadolu’daki
Türk Ortodoksları kendilerin mübadeleye tabi tutulmamaları hususunda
teşebbüslerde bulunmuşlardır.
Mübadele
görüşmeleri yapıldığı sırada Anadolu’da Ortodoksluk Sadası gazetesinin 14. sayısında
şu satırlar yayınlanıyor: “ …işte, ırkan, lisanen, adeten Türk, diyaneten
Ortodoks olan biz Türk Ortodoksları, Türklüğünden hiçbir kimse iştibah
edemeyeceğinden gerek ekaliyet, gerek mübadele hususatının bizlere şumulü
olamayacağı emir-i tabi bulunduğunu Avrupa bilmelidir” diyerek mübadele edilmeyecekleri
düşüncesi aktarıyorlar.
1924-1925’te
bu mübadele gerçekleşiyor. Türkiye’nin Anadolu topraklarında yaşayan Rum ve
Türk Ortodoks Hıristiyanlar Yunanistan’a gönderilerek karşılıklı mübadele
ediliyorlar.
Papa
Eftim ve ailesi Atatürk’ün emriyle mübadele haricinde tutulmuştur ve İstanbul’a
yerleştirilmişlerdir. İstanbul Rumları,
Patrikhaneyle birlikte altı kilise ve görevlileri mübadeleden muaf
tutulmuşlardır.
Din
esaslı bir değişim olduğu için bu kısa ve karışık dönemde kimin Türk kimin
Helen olduğunun inceleme fırsatı bulunamamış ve tek bir kelime bile yunanca
bilmeyen bu Türkler vatanlarından ayrılmak ve milli mücadelede karşı karşıya
geldikleri milletlerin içine gitmek zorunda kalmışlardır.
Kimi
Ortodokslar bu mübadelenin dışında kalmak, vatanlarından savundukları bu
topraklardan ayrılmamak için Müslümanlığı seçmişlerdir.
***
İttihatçıların
Osmanlı topraklarında azınlıklardan kurtulma ve ulus devlet oluşturma
reçeteleri “mübadele ve tehcirden”
oluşuyordu.
Prof. Dr.
Mehmet İpşirli; Anadolu'yu iki paşanın Türkleştirdiğini belirtiyor. Birincisi;
1. Dünya savaşı sırasında Ermenilere uygulanan tehcirle Talat Paşa, İkincisi
Kurtuluş savaşı sonrasında mübadele ile Mustafa Kemal Paşa.
Atatürk'ün mübadelesi, Türklükten
ziyade “İslamlaştırma” esasına dayanıyordu
diyebiliriz. Mübadelede Anadolu’nun birçok yerinde yerleşik
bulunan Hıristiyan Türkler gönderilmiş, buna karşı Müslüman Bulgarlar, Arnavutlar
Anadolu'ya getirilmiştir.
***
1922’nin sonbaharında bozguna
uğrayarak geri çekilmeye başlayan Yunan ordusu, 9 Eylülde İzmir’i terk etti. Yunan
ordusunun savaşı kaybetmesiyle, Anadolu’nun istilasında Yunan ordusuna destek
vermiş Rumlar, Yunanistan’a geçmek umuduyla Karadeniz şehirlerinin ve İzmir’in
limanlarına yığılmıştı. 13 Eylülde İzmir’de toplanan Rumların sayısı 300 bini
geçiyordu. Birkaç gün içinde, binlerce Rum, Anadolu topraklarını terk etmek
zorunda kalmıştı.
Dönemin
Amerikan büyükelçisi, Yunanistan’a geçen göçmenlerin durumuna şöyle tanıklık
yapıyordu: “750 bin insan birkaç hafta içinde Selanik, Atina ve diğer büyük
Yunan adalarındaki limanlara sığır sürüsü gibi dökülmüştü”. 9 Eylül ile 15
Aralık arasında Anadulu’yu terk edenlerin Rum’ların sayısı 900 bin
dolaylarındaydı.
Böylece,
daha Lozan Konferansı başlamadan Rum halkının büyük bir kısmı Anadolu topraklarından
ayrılmış bulunuyordu.
Bu durum, Yunanistan’ın nüfusunu
bir anda dörtte bir oranında arttırdı. Göç ve
mübadelenin yoğun olarak yaşandığı 1912-1927 tarihleri arasında İstanbul ve
İzmir’in nüfusunun yüzde 40 civarında azaldığı görülmüştür.
Venizelos
1940’da bir göçmen heyetine şöyle diyordu: Lozan’daki antlaşma aslında Yunan ve
Müslüman toplulukların ve malların değişimi anlaşması değildi. Bu daha çok
Yunanistan’daki Türklerin gönderilmesi anlaşmasaydı.
***
Lozan
antlaşmasına dayanan, 30 Ocak 1923 tarihli mübadele protokolünün 1. maddesinde;
“Türk topraklarında yerleşmiş Rum Ortodoks dininden Türk uyruklarıyla, Yunan
topraklarında yerleşmiş Müslüman dininden Yunan uyruklarının, 1 Mayıs 1923
tarihinden başlayarak, zorunlu mübadelesine girişilecektir.” hükmü yer
almaktadır.
Bu husus
irdelendiğinde, mübadillerin ırki kökenlerine değil, dini inançlarına göre mübadeleye tabi tutuldukları
görülür. Mübadele
antlaşmasına göre Anadolu’dan 2 milyon, Doğu Trakya’dan 190 bin, İstanbul’dan
70 bin Hrıstiyan ve Yunanistan’dan 500 bin Müslüman mübadele işlemine tabi
tutulmuştur.
Gidenleri,
çoğunlukla tüccarlar, sanayiciler ve serbest meslek sahipleri oluştururken,
gelenlerin büyük bir çoğunluğunu tarım kökenliler oluşturuyordu.
Genç Türk Cumhuriyeti
ulus devlet referansı ile yapılanırken, daha baştan mübadele nedeniyle
tebaasının, tüccarlar, sanayici ve serbest meslek sahibi gibi unsurlarını
yitirdiğinden ve gelenler de bu boşluğu dolduracak nitelikte olmayıp onlarda
tarım kökenli olduğundan, zorunlu olarak tarım toplumu olarak kalmıştır.
Celal
Bayar, bu durumu meclis kürsüsünden şöyle özetliyordu: “Gidenler ekseriyet
itibariyle esnaf ve tüccar, gelenler ekseriyet itibariyle rençberdirler.
Efendiler gelenlerin ekseriyeti azamisi (büyük çoğunluğu) köylüdür, gidenlerin
ekseriyeti azamisi şehirlidir”.
Sonrasında,
Yeni Türk Cumhuriyeti ekonomik faaliyetlerde yaşanan eksikliği “devletçi”
yaklaşımlarla çözme yolunu seçmiştir.
Aslında; Türk-Yunan nüfus mübadelesi, her iki ülke için de
“ulus devlet” oluşturmaya yönelik
önemli bir tarihsel olaydır.
Türk Hükümeti’nin mübadele isteğinin başlıca iki nedeni
vardır:
Öncelikli amaç, Osmanlı döneminden beri devam eden ve Batı’nın
müdahalesine gerekçe oluşturan Hrıstiyan Ortodoks azınlıklardan kurtulmaktır.
İkinci neden de, Müslüman unsurların kolayca uyum sağlayabileceği
düşüncesiyle, Misak-ı Milli sınırları içinde “ulus devlet” e giden yolu
açabilmektir.
Mübadele nedeniyle; Yunanistan, hem ulus devlet kimliğini
pekiştirmiş, hem de gelen mübadillerin nitelikleri nedeniyle ekonomisini
güçlendirmiştir.
Türkiye; ulus devlet kimliği oluşturmak amacıyla,
Anadolu’daki esnaf, sanatkar ve serbest meslek sahipleri gönderilirken,
yerlerine tarım kesiminden kişilerin gelmesi zaten tarım toplumu olan ülkemizin
bu karakterini perçinlemiştir. Genç Türkiye Cumhuriyeti, tartışmasız biçimde
tarım toplumu olmuştur.
***
"Kavimler
Kapısı-1" kitabının yazarı Hale Soysü; 1924 yılına kadar Aksaray, Ihlara
Vadisi, Ürgüp, Göreme, Derinkuyu, Akşehir, Ereğli, Ermenek, İçel, Antalya ve
Fethiye'de Hıristiyan Karaman Türklerinin yaşadığını belirtiyor.
Evliya Çelebi,
“Seyahatname”sinde, “Alanya-kadim eyyamından (nüfüs) beru Urum (Rum) keferesi
(kefere: Müslüman olmayan, kafirler) bir mahallededir... Amma Urum lisanı
bilmeyub, batıl Türk lisanı bilirler. Ve Antalya, dördü Urum keferesi
mahallesidir. Amma keferesi asla Urumca bilmezler, Batıl Türkçe lisan üzere
kelamet ederler (konuşurlar)” diyerek bölgedeki Hıristiyan azınlığın Türkçe
konuştuğunu belirtmiştir.
Selçuk
Erenerol (Papa Eftim’in oğlu, Bağımsız Türk Ortodoks Cemaati Lideri- ölümü 2002):
“İnönü, babamı dinlemedi, Osmanlı'dan kalma bir yanlış olarak, Rumlukla
Hıristiyanlık hep karıştırıldı. Biz Türküz ve Milli Mücadelede Fener Rum
Patrikhanesinin baskılarına rağmen Atatürk ve arkadaşlarının yanında yer aldık.
Babamın Atatürk'le arası iyiydi. O dönemde Fener Rum Patrikliği babama teklif
edildi ama babam kabul etmedi.
Lozan'da İsmet
İnönü büyük bir hata yaptı; Anadolu'daki tüm Ortodokslar toplanıp Yunanistan'a
gönderildi. Bu insanlar orada daha feci şekilde aşağılandı ve dışlandılar.
Atatürk'ün özel izni ile babam ve aile efradı Türkiye'de kaldı. 1964 yılında
İsmet İnönü ikinci hatasını yapıp İstanbul'daki 86 bin Hıristiyan’ı Yunan
uyruklu diye bu ülkeye gönderdi. Kıbrıs'taki gerilime karşılık bunu yaptığını
söylediğinde babam, Taşlıktaki evinde İnönü'ye, “Lozan'da bir hata yaptın,
ikinci hatayı yapma” dedi ama dinletemedi. Oysa gönderilen 86 bin kişiden
sadece 15-20 bin kişi Yunan uyrukluydu. Şu anda cemaatimiz 250 kişi. …… Bugün
onların 2 bin 500 civarında misyoneri Anadolu'nun dört bir yanında Müslüman
çocukları din değiştirmeye zorluyor. Baba nasihati olarak biz bunu hiç yapmadık
ve yapmayız. Babam bize böyle nasihat etti……...”
Hungaroloji Enstitüsünde uzman olarak görev yapan Prof.
Dr. J. Eckmann'a göre; Karamanlılar, Hıristiyanlığı benimsemiş Selçuklu
Türklerinden başkası değil.
Orta Anadolu ve Karaman bölgesi
Türkleri ile Doğu Karadeniz Türkleri, daha İslamiyet gelmeden Hıristiyanlığı
seçmiş Türk boyları olarak, Kurtuluş Savaşına kadar varlıklarını ve
benliklerini koruyorlar. Ancak, Yunanlıların Anadolu'yu işgali, Anadolu'da
yaşayan Hıristiyanların sonunu hazırlayan en önemli etkenlerden biri
***
Türk Hıristiyanlar, Fener Rum
Patrikliğinin etkisini kırmak için kendilerine bağımsız bir kilise kurulmasını
talep ettiler.
11 Nisan 1921'de Kastamonu Valisi
Sami Bey, Ankara'ya gönderdiği telgrafında, "Anadolu'da bir Türk
Ortodoksluğunun kurulmasını isteyen Taşköprü Rumları dilekçelerini sundu"
ifadesini kullanıyor.
Trabzon Ortodoks Cemaatinin,
Ankara Hükümetine telgraf çekerek Ankara'da bir Türk Ortodoks Patrikhanesinin
kurulmasını istediği de Doç Dr. Zeki Arıkan'ın yaptığı araştırmalardan
anlaşılıyor.
Dr. Sabahattin Özel, Maçka
Ortodakslarının da benzer bir girişimde bulunduklarını söylüyor; “Anadolu'da
tarihen dahi müspet olduğu üzere Rum-Elenik namıyla hiç bir millet yoktur.
Mevcut Rumlar yalnız asırlarca Türk Müslümanlarla birlikte yaşayan Türk
Ortodokslardır.”
Türk Ortodoks olduklarını ısrarla
vurgulayan Kayseri bölgesindeki Hıristiyanlar, Kurtuluş Savaşının başlamasıyla
birlikte, diğer Hıristiyanlardan oldukça farklı bir strateji takip ediyor.
Sosyolog Dr. Dursun Ayan, 1870'li yıllarda Bulgarların, Rumlarla
karıştırılmaktan ve Rumlaştırılmaktan korktukları için padişahtan “Milli bir
kilise” kurma izni aldıklarını hatırlatarak, Ortodoks Türklerin, Rumlarla
karıştırılma endişelerinin 1870'li yıllarda başladığını söylüyor
Kayseri Erciyes Üniversitesi'nden
Doç. Dr. Mustafa Ekincikli, "Türk Ortodoksları" adlı kitabında Papa
Eftim'in Bağımsız Türk Ortodoks Kilisesi'nin kurulması için girişimlerde
bulunduğunu dile getiriyor.
Kurtuluş Savaşının henüz yeni
filizlendiği dönemde Türk kökenli Ortodoks Hıristiyanlar bu amaçla, TBMM'den ve
Adalet Bakanlığı'ndan izin alarak Kayseri'de bir kongre topladılar. Kongreye,
Gümüşhane Episkoposu Yervasyos, Konya Metropoliti Prokobios, Antalya Episkoposu
Meletios ile Anadolu ve Trakya'nın diğer bölgelerinden gelen 72 temsilci
katıldı. 21 Eylül 1922'de toplanan kongrede Türk Hıristiyanlar, Türk Ortodoks
Patrikliğinin kurulmasını kararlaştırdılar.
***
Hamdullah Suphi Tanrıöver’in
anılarında Celal Bayar'la aralarında geçen bir diyalogda, Celal Bayar bir gün
Hamdullah Suphi Tanrıöver’e “Bilir misin Hamdullah, Atatürk'ün son yıllarda en
büyük üzüntüsü ne idi?” diye sorar. Hamdullah Suphi bilmediğini söyleyince,
cevabı kendisi verir: “Anadolu'dan binlerce Hıristiyan Türk'ü göndermiş
olmasıydı. Paşam yapmayın, yollamayın, bunlar özbeöz Türk’tür dedim. Kendisine
kitaplar gönderdim, fakat dinlemedi.”
Yunanistan'a gönderilen Türk
Hıristiyanlar Türkiye'de Rum olarak adlandırılıp mübadeleye tabi tutulurken,
Yunanistan'da da "Turko Sporos-Türk tohumu" diye aşağılanarak Yunanlı
olarak kabul edilmediler. Fethiye’den gidenlerin “Neo Makri” adıyla kurduğu
gibi, onlar da Batı Trakya'da, "Karaman" adını verdikleri bir
yerleşim birimi kurdular.
***
Mübadele ile, ulus devlet oluşumunda ve Anadolu’nun
İslamlaşmasında Atatürk’ün yaptıkları, kendisine yakıştırılan İslamiyet’e karşı
olduğu tezini çürütmektedir.
Milli Mücadele sürerken, Kayseri’de 21 Eylül 1922'de toplanan
72 Türk Hıristiyanlar Türk Ortodoks temsilcinin katıldığı kongrede Fethiye
temsilcisi var mıydı?
Acaba, 1924 yılında başta Kaya Köyü olmak üzere mübadele
kapsamında bu bölgeden gönderilen Hrıstiyan Ortodokslar Türk kökenli miydi?
Kaynaklar: Yonca Anzerlioğlu- Karamanlı Ortodoks Türkler, Yakup Aygil- Turanlı
Hıristiyanlar, İstanbul 2003 , Mustafa Ekincikli-Türk
Ortodoksları, Hale Soysü- Kavimler
Kapısı-1
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder